100 yıl önce Osmanlı Hazinesi, Vagon Li şirketine İzmir – Aydın – Ödemiş demiryolunun yapımı karşılığında bir imtiyaz vermiş. Buna göre Vagon Li bu yolu Osmanlı’dan herhangi bir bedel almadan yapacak ama karşılığında trenlere bir veya iki adet özel vagon ekleyecek. Bu vagonlar trenin diğer vagonlarına göre çok daha lüks ve dolayısıyla pahalı olacak ve bunların geliri Vagon Li’ye ait olacak. Çok önemli bir ayrıntı var: Vagonlar dolmazsa, Hazine, boş kalan yerlerin bedelini Vagon Li’ye ödeyecek.Vagon-Li ise daha sonra Osmanlı döneminden kalan birçok yabancı şirket gibi devletleştirildi.
1980’lerin ikinci yarısında Dünya Bankası’nın büyük bir buluş gibi Türkiye’ye getirip pazarladığı Yap – İşlet – Devret projeleri gündeme gelmiştir.
2013 yılında modeli düzenleyen 3556 sayılı Yasa’nın kapsam maddesi genişletilerek daha da çeşitlendirilip zenginleştirilen yap- işlet-devret modelidir. Bugün yap- işlet-devret (YİD), yap işlet (Yİ), yap-kirala-devret (YKD) ve işletme hakkı devri (İHD) olmak üzere dört temel KÖİ modeli uygulanmaktadır. Bu modeller ilk olarak enerji ve ulaştırma alanlarında uygulamaya konulmuş daha sonra eğitimi ve sağlığı da kapsayarak giderek yaygınlaşmıştır.
2013 yılında yapılan bir düzenlemeyle belirli büyüklükte ki bu tür yatırımlar kapsamında yapılan borçlanmaya hazine garantisi getirilmiştir. Daha sonra yapılan bir değişiklikle Hazine garantisinin kapsamına finansman türevleri de eklenmiştir. Bu modelle yapılan yatırımların birçok sakıncası bulunmaktadır.
Bu yatırımlar kapsamında yapılan borçlanmaların hazine garantisi kapsamına alınmasıyla geleceğe yönelik bir koşullu yükümlülük yaratılmış olmasıdır. İşletme veya kira süresi içerisinde garantiyi gerektiren koşulların oluşması halinde özel sektör dış borcu Hazine tarafından üstlenecektir. Böyle bir durumun Hazine’nin borçlanama riski ve ülkenin kredi notu üzerinde ciddi olumsuzluklara yaratacağı çok açıktır.
Kamuoyuna “mega projeler” olarak takdim edilen, en büyüklerini İstanbul 3. Havalimanı, 3. Köprü, Avrasya tüneli ile Gebze-İzmir Otoyolu yatırımlarının oluşturduğu projelerin, hem ekonomik hem çevresel hem de mali istikrar açısından doğru yatırım kararları olup olmadığı bugün daha çok tartışılmaktadır.
Popüler adıyla, “mega projeler”, aslında, Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) projeleri ve son tahlilde bir özelleştirme türevidir. Kamusal varlıkların mülkiyeti şeklen kamuda kalsa da işletme, kullanma hakkını özel firmalara bırakma operasyonudur. Dolayısıyla, bu projelerin özelleştirmenin bir parçası olduğunu vurgulamalıyız.
Yap İşlet Devret, Yap İşlet, Yap Kirala, İşletme Hakkı Devri gibi yöntemleri içeren KOİ’lerden işletmede olan projeler YİD (81) ve Yİ (5) modelli olup, toplam yatırım tutarları 11 milyar ABD dolarıdır. Yapım aşamasında olan projeler ise YİD (16) ve YKD (17) modelli olup, toplam yatırım tutarları 36 milyar ABD dolarıdır.
Bunlardan en büyük dördü, bu 34 projenin üçte ikilik büyüklüğünü oluşturmaktadır. Bu 4 “mega proje” içinde ise 3. Havalimanı 14 milyar dolarlık yatırımı ile (38) diğer projelerden ayrışmaktadır. Söz konusu 4 mega projenin üçü İstanbul odaklıdır. Bunlardan 3. Havalimanı ile 3. Köprü ve henüz tasarı aşamasında olan Kanal İstanbul, İstanbul’un Kuzey ormanları sınırlarında yer almış ve birbirini besleyen projeler olarak tasarlanmıştır.
Dünya Bankası’nın sanayi ve hizmet sektörlerindeki KİT’lerin özelleştirilmesi dayatmasına boyun eğen iktidarlar, bununla kalmamış, kamu mülkünün tamamen devrinin mümkün olmadığı sektörlerde de kamu-özel iş birliği projelerini hızla hayata geçirmiş, ancak bunu yaparken ne makro hedeflere uygunluk, ne kamusal çıkarları maksimize etme, ne çevreye duyarlı olma, ne de doğal ve kültürel varlıklara saygıyı umursamış, giderek projeleri hukuk dışı, kamu denetimi dışında, üstelik çok ciddi finansal risklere yol açarak icra etmeye başlamıştır.
Türkiye’de, özellikle son yıllarda dış kaynak yaratmak ve özelleştirme ve devamı sayılan KÖİ projeleri, büyük bir kapalılık, denetimsizlik, kayırmacılık ve çevre, tarih, kültür varlığı talanı ile uygulana gelmektedir. Bu denetimsiz, kontrolsüz ve içinde büyük riskler barındıran sürecin, bir an önce kamu denetimi altına alınması bir zorunluluktur. Aksi taktirde, tüm topluma ait yeraltı-yerüstü kaynaklarının daha çok tahrip edilmesi önlenemeyecek, büyük çevre felaketleri kaçınılmaz olacaktır.
Kamu varlıklarını kullandığı için kamunun mutlaka denetiminde olması gereken KÖİ projelerinin TBMM ve onun adına Sayıştay denetimine alınmasında gecikilmemeli; yapılmış sözleşmelerle kamunun ne kadar risk, yükümlülük altına girdiği ve bunların karşılanıp karşılanamayacağı, getirip-götürdüklerinin muhasebesi yapılmalı, kamu aleyhine olan projelerin süratle kamulaştırılması yoluna gidilmelidir.
Henüz ihalesine çıkılmayan proje stoku süzgeçten geçirilmeli ve emsallerinin taşıdığı risklerden, başta Kanal İstanbul olmak üzere hemen vazgeçilmelidir. Yapımı tamamlanan ya da tamamlanmak üzere olan projelerin yol açtığı, açacağı arsa spekülasyonunun önüne geçilmeli, otoyolların çevreleri, özellikle Kuzey İstanbul projelerinin çevrelerinin sit alanı ilan edilerek imara açılması önlenmelidir.
Önümüzdeki yıllarda, yap-işlet-devret modeli ile yaptırılan ve halkın cebinden kuruş çıkmadan yaptırıldığı söylenen projeler hizmete girdikçe ödenecek garanti rakamları katlanarak büyüyecek. Hepsi de dövize endeksli olduğu için bu ödemeler önümüzdeki yıllarda bütçeye daha da büyük yükler getirecek.
Sonuç olarak mega projeler dış kaynak ihtiyacının giderilmesinde,ülke kalkınmasına yaptığı geçici katkı,projeleri üstlenen firmalara ve siyasi rant katkısı sağlamış olsa da Osmanlı’nın “Düyun-u Umumiye” sini hatırlatıyor.
http://www.mahfiegilmez.com/2012/10/duyun-u-umumiye.html