İnşaat Mühendisleri Odası olarak deprem gerçeğini unutmadık, unutmayacağız. 17 Ağustos 1999 Gölcük ve 12 Kasım 1999 Düzce depremleriyle ortaya çıkan her acının yükünü kalbimizde taşıyoruz. Yapı üretim sürecinin asıl unsuru olan bir meslek Odası olarak, başta ülkemizi yönetenler olmak üzere; her insanın bu günlerde bir kez daha düşünmesini istiyoruz.
Türkiye, bir deprem ülkesidir. Bir doğa olayı olan depremin afete dönüşmesi ve bu durumun bir türlü önlenememesi sorunun ana kaynağını oluşturuyor. Çözüm; yapıların, mesleki derinliği olan, ahlaki ve etik anlayışı yüksek meslek insanları tarafından, mühendislik bilimine ve “Deprem Yönetmeliklerine” uygun olarak tasarlanması ve üretilmesidir.
ÜLKEMİZİN DEPREMSELLİĞİ VE 17 AĞUSTOS 1999 GÖLCÜK DEPREMİ
17 Ağustos 1999 Depremi, ortaya çıkan can ve mal kayıpları bakımından bir “MİLAT” olarak kabul edildi. Bu büyük felaket ülkemizin en doğusundan en batısına, en güneyinden en kuzeyine kadar, uzak veya yakın ölçekte her aileyi etkiledi.
Kuzey Anadolu Fay Hattı olarak bilinen bu fayın herhangi bir yerinde oluşan kırılma, bir deprem olarak etkisini göstermektedir. Ayrıca bu fay hattında oluşan depremler, fay hattı üzerinde veya yakınında bulunan kentleri de büyük ölçüde etkilemektedir. Büyüklüğü 7,4 olan 17Ağustos Gölcük merkezli deprem; başta İstanbul olmak üzere çevre illeri büyük ölçüde etkilemiştir. En büyük can kayıpları Kocaeli, Sakarya ve Yalova’da ortaya çıkmış, yaklaşık 16 ilimiz bu depremden etkilenmiştir.
Kuzey Anadolu Fay Hattı’nın ürettiği tarihsel depremlere baktığımızda yaklaşık olarak 250 yıllık dönemlere denk gelen ve 7 ve üzeri büyüklükte olan depremlerin olduğunu görüyoruz. 1509 Depremi ile 1766 Depremi arasında 257 yıllık bir dönem var. Bugün ne yazık ki İstanbul’da yaklaşık 250 yıllık bu periyodun sonuna geldiğimizi görüyor ve bundan dolayı endişe duyuyoruz.
Anadolu coğrafyası için depremler kaçınılmaz bir gerçek. Asıl sorun 17Ağustos 1999 Depremine hazırlıksız olarak yakalanmış olmaktı. Oysaki milat 1939 ErzincanDepremi olmalıydı. Bu depremde 32 binden fazla insanımızın hayatını kaybettiği, unutulmuştu. Oysaki milat 1966 Varto depremi olmalıydı, 1971 Bingöl, 1976 Çaldıran-Muradiye, 1983 Erzurum Aşkale, 1992 Erzincan, 1995 Dinar ve 1998 Adana Ceyhan Depremleri Milat olmalıydı.
Peki, 17 Ağustos 1999 Gölcük Merkezli Depremle, 12 Kasım 1999 Düzce Depremleri bir milat oldu mu? Bu sefer ders alındı mı?
1999 Gölcük ve Düzce Depremlerinin ortaya çıkardığı can ve mal kayıpları o kadar büyüktü ki, her kurum ve kuruluşun konuyu yeniden düşünmesine neden oldu. Bu kapsamda yapı denetimi, nitelikli mühendislik eğitimi, mühendislik hizmetlerinin kalitesinin yükseltilmesi ve ilgili mevzuatlar ülke gündeminin ilk sırasında kendisine yer buldu.
Bu süreçte biz İnşaat Mühendisleri Odası olarak; deprem ve güvenli yapı üretilmesi konusunu farklı boyutlarıyla birlikte geniş bir pencereden bakarak ele aldık, almaya da devam ediyoruz.
1999 depremleri, 25 mertebesinde yapı stokunun kullanılmaz hale gelmesine neden oldu. Kaçak olarak yapılan yapılarla mühendislik hizmeti almadan üretilen yapıların oldukça fazla olduğu gözler önüne serildi. Kaçak yapılaşmanın olağan sayıldığı ülkemizde, ağır hasarlı binaların arasında devlet daireleri, hastane ve okulların da bulunması; sorunun sadece bir imar sorunu olmadığını bizlere gösterdi.
Bize göre temel sorun; plansızlık, çarpık kentleşme, yetersiz mühendislik, niteliksiz müteahhitlik ve denetimsizlikten kaynaklanıyor. Benzer büyüklükteki depremler Japonya gibi ülkelerde çok daha sınırlı can ve mal kayıplarına sebep olurken, bizde ortaya çıkan durumun felaket haline gelmesi, sorunun bizden kaynaklandığını gösteriyor.Sorun, depremin kendisi değil doğurmuş olduğu sonuçlar.
Beyoğlu-Sütlüce’de ki şantiyede meydana gelen yıkım ve henüz imalat aşamasındaki inşaatlarda üst üste gelen çökme haberleri, bugün bile imalat ve denetim mekanizmalarının etkili çalışmadığını ve sistemin hala doğru işlemediğini ortaya koymakta.
ŞANTİYE ŞEFLİĞİ, YAPI RUHSATLARI VE YAPI DENETİM
Bir doğa olayı olan depremin, doğal afete dönüşmesini önlemenin yolu, planlama-kentleşmeve yapı denetim sisteminden geçmektedir. Depremle ilgili hemen her konunun ayrı bir önemi bulunmaktadır. Ancak yapı denetimine ayrı bir vurgu yapılması zorunluluktur. Çünkü yapı denetimi, güvenli yapıların üretilmesini sağlayacak ve gelecekte aynı sorunların ortaya çıkmasını önleyecektir.
1999 depremleri, sağlıksız ve kaçak yapılaşmanın, mühendislik hizmeti almadan yapı üretilmesinin ve yapı üretim sürecinin denetlenmemesinin ciddi sonuçları olduğunu gösterdi. Dolayısıyla da tartışma daha çok yapı denetim kavramı üzerine yoğunlaştı. 29.06.2001 tarihinde yürürlüğe giren ve hâlâ uygulamada olan 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkındaki Kanun da ne yazık ki beklentileri karşılayamadı.
İlgili kurumlara, üniversitelere, meslek odalarına danışılmadan, alelacele hazırlanan kanun bu gün ne yazık ki sorunlarımızı çözmekten uzaktır. Yıllar yılı ekonomi ve siyasetin en büyük finans kaynaklarından olan inşaat sektöründe tüm sorumluluk, hiçbir yaptırım gücü olmayan yapı denetim kuruluşları ile mühendis ve mimarların üzerinde kalmış durumdadır.
Aslında 4708 sayılı Yapı Denetim Yasası’nın Genel Gerekçe bölümü, sorun ve çözüm bağlamında doğru bir felsefi yaklaşıma sahipti. Ancak bu yaklaşım ne yazık ki yasanın içeriğine yansıltılamadı. Anlaşıldı ki yasanın genel gerekçesini yazanlarla yasayı çıkaranlar konuyu farklı algılamışlardı. Neticede doğru bir noktadan hareket etmek, doğru yere ulaşma anlamına gelememişti. Yasanın etki alanı daraltılmış ve muafiyet sınırlarının genişletilmesini sağlayan düzenlemelere imza atılmıştı.
Bugün sadece yapı denetim konusunda değil, şantiye şefliği uygulamalarında da ciddi sorunlar yaşamaya devam ediyoruz. Bugün uzmanlıkları dikkate alınmadan şantiye şeflerinin görevlendirilmesi bilime ve bilgiye aykırıdır. Yine yakın bir zaman önce ruhsatlardan mühendis ve mimarların imzasının kaldırılmış olması sahteciliğe neden olacağı gibi, mesleki yetkinliği de zaafa uğratacaktır.
Açıktır ki, Yapı Denetim Yasası’nda gerekli değişiklikler, ihtiyaç duyulan düzenlemeler yapılmaz ise, on yıl sonra aynı sorunlarla karşı karşıya kalınacak, olası bir depremde başta kamu binaları olmak üzere konutlar, işyerleri ağır hasar görecek, çok sayıda bina yıkılacak, can ve mal kayıpları yaşanacaktır.
PLANLAMA VE KENTSEL DÖNÜŞÜM
Nasıl ki 1999 depremleri yapı imalatı dinamiklerinin değişmesi ve yapı denetim sisteminin kurulması için bir milat olarak kabul edildiyse, 2011 Van Depremi de Kentsel Dönüşüm için milat olarak kabul edildi. 2012 yılında 6306 Sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Kanunu yasalaştı.
Bugün ülkemizde yaklaşık 22 milyon yapı bulunduğu ifade edilmektedir. Mevcut binaların 67`sinin ruhsatsız, 60’ının 20 yaşından büyük olduğu tahmin edilmektedir. Bu veriler, kentsel dönüşüm projelerinin meşrulaştırılmasını ve kabul edilebilirliğini sağlamış, uygulama başlamıştır.
“Riskli alan”, “riskli yapı” belirlenmesinde meydana gelen hak kayıpları Kentsel dönüşüm uygulamalarına gölge düşürmektedir. Depreme karşı yapı stokunu güvenli hale getirmek için başlatılan kentsel dönüşüm uygulamaları ne yazık ki yeni sorun alanları yaratmaktadır.
Yeşil alan, sosyal donatı alanları, otopark sorunu gibi sorunları çözemeyen parsel bazındaki kentsel dönüşüm uygulamaları, kentsel bir anlam taşımaktan uzaktır. Parsel bazında yürütülen kentsel dönüşüm uygulamaları, sadece ekonomik değeri ve rantı yüksek alanların dönüşmesine imkan vermekte ve soruna bütüncül bir çerçeveden yaklaşmaya engel olmaktadır.
İMAR AFLARI-İMAR BARIŞI!
İmar afları ne yazık ki ülkemizin bir gerçeği haline gelmiş durumdadır. Adına af da denilse, barış da denilse her seferinde “bu son denilerek” yeni af kanunları çıkarılmaktadır.
Topraklarımızın büyük bir bölümü deprem tehlikesi altında iken, yapı stokumuzun önemli bir bölümü deprem riski taşıyor iken, riskli yapıların bir an önce onarılması ve güçlendirilmesi gerektiğini dile getirirken ilan edilen imar affının (ya da barışının) mevcut sorunlarımızı ve risklerimizi arttıracağı açıktır. Hiçbir mühendislik hizmeti almadan yapılan ve büyük bir depremde göçme ve can kayıplarına sebep olma riski taşıyan binlerce binanın, para karşılığında kayıt altına alınması ve görmezden gelinmesi, yarın meydana gelecek 17 Ağustosları düşündüğümüzde bizleri endişelendirmektedir. Üstelik imar affından toplanacak olan paraların, kentsel dönüşüm projelerinde kullanılacak olması, bize göre kendi içinde ciddi mantık hataları içermektedir.
Çevre ve Şehircilik Eski Bakanı Sayın ÖZHASEKİ’nin “mühendislere 2-3 bin lira verilmemesi içinmal sahibinin beyanını esas aldık” sözleri, mühendislik hizmetine ve desteğine ne gözle bakıldığını göstermesi bakımından üzücüdür.
TBMM Meclis Araştırma Komisyonunun Marmara Depreminden sonra yaptığı araştırmada, deprem bölgelerinde hasar gören ya da yıkılan yapıların 80’inin imar aflarından yararlandıkları saptanmıştır. Bu gerçek tüm çıplaklığı ile kayıt altına alınmışken, getirilmiş olan imar affı ile; 3194 sayılı İmar Kanunu, 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkındaki Kanunu ve 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun işlevsiz bir hale gelmiştir.
“İmar Barışı” denen bu af yasası ile binaların deprem güvenliği yapı sahibinin "beyanına" teslim edilmiştir. Su havzalarına, dere yataklarına ya da hazine arazilerine yapılmış kaçak yapıların bu af kapsamına alınması üzüntü vericidir. Devletimiz işini düzgün yapan vatandaşları küstürmek pahasına, pek çok yanlış uygulamayı yapan kişilerle barış yapmayı göze almıştır.
Beyoğlu-Sütlüce’de kaçak olarak yapılmış olan bina yıkılmasaydı, çıkarılmış olan aftan yararlanarak yasal hale gelecekti.
YAPI STOKUNUN MEVCUT DURUMU VE YAPI ÜRETİM ANLAYIŞI
17 Ağustos 1999 tarihinden bu yana 19 yıl geçmesine rağmen, her an deprem tehlikesi ile karşı karşıya olan ülkemizde deprem güvenliği bakımından 1999 yılından daha iyi durumda olduğumuzu, çok mesafeler alabildiğimizi söyleyebilecek durumda değiliz ne yazık ki.
Yapıları depreme karşı hazırlamanın iki yolu vardır:
İlki; mevcut yapı stokunun durumu tespit edilerek iyileştirilmesi, onarılması, güçlendirilmesi veya yeniden yapılmasıdır.
İkincisi; yeni yapılacak olan yapıları, bilim, teknoloji ve mühendislik ilkeleri doğrultusunda yapmaktır. Planlama ve tasarım aşamasından yapının kullanıma açılmasına kadar tüm süreç mesleki yeterliliğe sahip mühendisler tarafından yönetilmeli ve denetlenmelidir. Ayrıca, risklerin transfer edilmesi bakımından yapı sigortası ve mesleki sorumluluk sigortası yapılmalıdır.
Profesyonel mühendislik yaşamının düzenleyicisi olması gereken meslek odalarının yetkilerinin giderek azaltılması üzücüdür. Gelinen ortam ticari kaygıların, mesleki kaygıların önüne geçtiği, bilgi, beceri ve liyakatın aranmadığı bir mühendislik ortamına davetiye çıkarmaktadır. Mühendisliğin hakkettiği değeri almadığı bu ortam ise afetlere hazırlıklı olmayı engellemektedir. Her gün haber bültenlerinde duymaya alıştığımız çevre felaketleri ve yıkım ve hasar haberleri bunun bir göstergesidir.
SONUÇ OLARAK
- Bugün ülkemizde fayların bulunduğu yerleri ve yüksek risk taşıyan yerleşim birimlerini biliyoruz. Bilmediğimiz ise beklenen büyük depremin ne zaman olacağı. Fakat bu büyük depremden kaçma şansımız yok.
- 1999 depremlerinden sonra yapılan çalışmalar bilgi eksikliğini büyük ölçüde ortadan kaldırmıştır. Bina deprem yönetmeliklerimiz yenilenmiş, fay hatlarımız ve zeminlerimiz ile ilgili çalışmalar yapılmıştır. Artık “ULUSAL DEPREM STRATEJİSİ VE EYLEM PLANINI-UDSEP 2023”ü güncelleyerek uygulamaya koymak gerekmektedir.
- Mesleki Yetkinliği temel alan “YETKİN MÜHENDİSLİK YASASI” çıkarılmalıdır.
- Mühendislik biliminin gerekleri dikkate alınarak, yapı tasarım uygulama ve denetim evresinin sağlıklı bir şekilde işletildiği ülkelerde doğa olaylarının afete dönüşmediği görülmektedir. Yapı üretimi ve denetimi ile ilgili eksikliklerimiz gözden geçirilmelidir.
- 2004 yılında Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nın yapmış olduğu "1.Deprem Şurası" ve yine 2009 yılında aynı bakanlığın yapmış olduğu "Kentleşme Şurası"na çok sayıda bilim insanı ve uzman katılmış ve son derece önemli çalışmalar yapılmıştır. Bugün o çalışmalarda yapılmış olan tespitler ve alınmış olan kararlar unutulmuş ve sümen altı edilmiş durumdadır. Ne yazık ki "deprem zararlarını azaltmakve planlı bir kentleşmeyi" sağlamak için hazırlanan o raporlar uygulama alanı bulamamıştır.
- Her yıl çok sayıda mühendislik diploması verilmesine rağmen kaliteli bir eğitim yapılamamaktadır. Can ve mal güvenliğini sağlayan bir mesleğin insanları olarak; fiziki şartları uygun olmayan, öğretim kadrosu son derece yetersiz olmasına rağmen inşaat mühendisi diploması veren okullar açılmaktadır.
- Her afetten sonra sık sık yapılan "yara sarma" anlayışından kurtulup bilimin tekniğin ve aklın gerektirdiği işleri yapmak gerekir. Depremin bir doğa olayı olduğu kabul edilmeli ancak denetimsizliğin neden olduğu olumsuzlukları “kader” gibi değerlendiren yaklaşım terk edilmelidir. Bugüne kadar yapılan çalışmalar, deprem öncesi alınacak önlemlerin deprem riskini önemli ölçüde azalttığını ortaya koymaktadır. Sorunu sorun olmaktan çıkaracak olan tek çıkar yol, deprem yaşanmadan önce alınacak önlemlerde saklıdır.
- Ruhsatlardan mühendis ve mimarların imzasının kaldırılması mesleğimizin gelişimini engelleyecek, sahteciliğin önü açılacaktır. Buna izin verilmemelidir.
- Oda ile meslek insanı arasına örülmeye çalışılan duvarlar kaldırılmalı, mühendis ve mimarlardan oda belgesi istenmesine yönelik uygulama güncellenmelidir.
Yorum Yazın