Sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkının yok edildiği, küresel iklim krizinin içinde bulunduğumuz günlerde, her kentin kendi özelinde de büyük ekolojik sorunlar yaşadığı tespit edilmiştir. Kütahya, Uşak bölgesinde yoğunlaşan madencilik, Denizli ve Aydın’da sanayi atıklarının yanı sıra, yenilenebilir ve temiz enerji diye sunulan jeotermal santraller, tarımsal alanları tamamen yok etmektedir. Bölgede yaşayan, tarımla geçinen halkın ekonomik gücü azalmakta, santrallerin yarattığı hastalıklar ise en çok da kanser vakalarının artışında kendini göstermektedir.
Türkiye’nin üzüm ve incir üretim deposu olan Aydın’da bu ürünlerin kalitesi ve niteliği, denetimsiz jeotermal santrallerin verdiği çevresel zararlardan dolayı her geçen gün düşmektedir. Jeotermaller, bulundukları bölgede asit yağmurlarına neden olarak doğrudan tüm canlı yaşamına zarar vermekte, yeraltına tekrar basılmayan artık sularda bulunan ağır metaller suyu ve toprağı kanserojen hale getirmektedir. Bir zamanların tarım alanı olan Büyük Menderes havzasını besleyen nehir, artan kirlilikten dolayı artık bir zehir nehri haline gelmiştir. Kamu kurumları birincil görevleri olan denetim ve izleme faaliyetlerini, büyük sermayenin maden ve enerji alanında yoğunlaşmış şirketlerine karşı yerine getirmemektedir. Daha verimli ve etkin olacak diye devlet tarafından daha önce özelleştirilen sektörlerde, hiçbir denetim mekanizması çalışmamakta, çevresel zararlar kamunun üzerine bırakılırken, kârlar birkaç özel şirketin olmaktadır.
Bölgelerin kendi özelliğini göz ardı ederek ve Türkiye topraklarının geleneksel tarım üretiminden koparılarak vahşi madencilik ve enerji sektörüne alan açmanın sonuçları yakıcı olarak kendini göstermektedir. Bu bölgelerdeki bitki ve hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalar bize canlılar üzerindeki tahribatın yıkıcılığını anlatmaktadır.Sanayi atıklarına karşı izleme ve kontrol mekanizmalarının çalışmaması, tarım topraklarını, suyumuzu ve havamızı kirletmekte, son aşamada bu kirlilik insan sağlığına ve tüm ekosisteme büyük zararlar vermektedir. Temiz hava ve temiz su tüm canlıların temel ortak ihtiyacı ve doğada parayla alınıp satılabilecek bir meta değilken, bugün temiz suya erişim, ciddi bir hak sorunu olarak karşımızdadır. Suların özelleştirilmesinden vazgeçilmeli, evlerimizde akan suyun içilebilecek nitelikte olması sağlanmalı ve su kaynakları ve çevresi mutlaka korunmalıdır
Bölgede yoğunlaşan kirliliğe rağmen Kütahya Murat Dağı’nda bulunan ormanlık alana, üstelik 1. Derece deprem bölgesinde bulunmasına rağmen altın-gümüş madenciliği için izin verilmesi hiçbir bilimsel mantıkla açıklanamaz. Maden şirketlerine her türlü kolaylık gösterirken, sektör temsilcilerinin hâlâ şikayet ederek kendilerine yeni ayrıcalıklar talep etmesi ise bu sektör temsilcilerinin tüm topluma ve yaşama karşı yabancılaştıkları izlenimini vermektedir.
Toplum yararına yatırımlar, tarihi, kültürel ve doğal varlıkları dikkate alan, tüm canlıların geleceğini öncelik kılan projelerin değerlendirilmesi ve ülke geleceği açısından tehdit oluşturmaya müsaade etmeyecek şekilde önceliği kamu yararı olan denetleme mekanizmalarının mutlaka işletilmesi gerekmektedir. Akkuyu’ya yapılmak istenen Nükleer Santralin temelinde çatlaklar oluştuğu haberlerine karşı, olaya ciddiyetle yaklaşılmamıştır. Böyle bir durumun yaratacağı olası faciaların etkisi yüzyıllarca sürebilir ve bölgedeki tüm canlıların felaketi anlamına gelebilecektir. Yetkililer olası zararlara karşı, gerekli önlemleri almamaktadırlar.
Yaşadığımız ekolojik kriz, küresel kapitalizm merkezli çevre ve kentleşme politikalarının sonucudur. Türkiye’de de kapitalizm, içine girdiği krizi doğaya saldırarak aşmak istemektedir. Türkiye’deki Başkanlık rejimi ise bu sistemin bir parçasıdır ve yaşam odaklı değil, güç odaklıdır. Sistemin değişmesi gerekmektedir.
Toplum bir bütün olarak yaşam haklarına sahip çıkmalı ve temel haklarından ödün vermemelidir. Bu nedenle merkezi iktidarın rant odaklı politikalarına karşı bir kent hakkı ve çevre isyanı olarak gördüğümüz Gezi sürecinin kriminalize edilerek bazı Gezi bileşenlerine dava açılması, çevre savunucularının kararlılığından bir şey kaybettirmeyecektir. Savunulan kent hakkı ve tüm canlıların yaşam hakkıdır.
Biz aşağıda imzası olan Türkiye Barolarına kayıtlı kent ve çevre hukukuyla ilgili çalışmalar yürüten avukatlar ve Baro komisyon temsilcileri, sağlıklı çevrede yaşama hakkının ihlal edilmesine karşı mücadelelerimizi kararlılıkla ve birlikte yürüteceğimizi belirtir, bu çerçevede dördüncü toplantının Eylül ayı içinde Urfa Barosu ev sahipliğinde gerçekleştireceğimizi kamuoyuna saygıyla duyururuz.
ADANA BAROSU ANKARA BAROSU ANTALYA BAROSU
ARTVİN BAROSU AYDIN BAROSU BURDUR BAROSU
BURSA BAROSU DENİZLİBAROSU DİYARBAKIR BAROSU
HATAY BAROSU ISPARTA BAROSU İZMİR BAROSU
KIRKLARELİ BAROSU KÜTAHYA BAROSU MANİSA BAROSU
MERSİN BAROSU MUĞLA BAROSU SAKARYA BAROSU
ŞANLIURFA BAROSU TEKİRDAĞ BAROSU UŞAK BAROSU
ZONGULDAK BAROSU VAN BAROSU
Yorum Yazın